An alienated teenager, saddened that he has moved away from London, must find a way to deal with a dark family secret.

Goofy'nin yüzme dersi verme ve kumsalda keyifli bir gün geçirme planları ters gider.

Baseball fan and would be-star Donald Duck enjoys listening to a World Series game on the radio and 'playing' the part of his favorite star Casey in his own yard. Unfortunately a melomanic apis melifera (Latin for honeybee) is as avid to listen on the same radio to a mellifluous symphony and play the director theatrically, waving a match as baton, instead of fertilizing his garden flowers. Donald first just turns the switch, then hides it, but the bee dials inside, so he tries to chase it, but is scared by the sting. The battle for channel choice gets worse, and vindictive.

Goofy shows us, in his inimitable way, the fundamentals of golf, guided as usual by the somewhat sarcastic narrator.

Goofy demonstrates a number of crazy vehicles.

Taking all the places on both teams, Goofy demonstrates the game of football with varying results, having problems with the coach and the goal post.

Donald has a ride-on sized train layout in his backyard. There's a large tree (home to Chip 'n Dale) that's out of scale, so Donald moves it while they're out; they come back to see their tree moving. No problem; one of Donald's model houses is just their size.

Mickey, Minnie'nin az önce pişirdiği pastadan biraz istiyor, bu yüzden onun bahçesini temizlemeyi teklif ediyor. O çalışırken, kendi aklı olan (ondan daha küçük) minicik bir kasırga çıkar ve ortalığı karıştırır. Mickey nihayet küçük kasırgayı kovaladıktan sonra, ağabeyini alır ve bu da bahçeyi büyük bir karmaşaya sokar. Açılış ve kapanış dışında karikatürün çoğunda diyalog yok.

Öykünün merkezinde yer alan karakter bizzat senaryoyu yazan Charlie Kaufman. Susan Orlean’ın The Orchid Thief kitabını senaryolaştırmaya çalışmaktadır. Başındaki orkide belası yetmiyormuş gibi, bir de konvensiyonel bir gerilim senaryosu yazmaya çalışan ikiz kardeşiyle uğraşmaktadır... Filmin bu noktadan itibaren nerelere ilerlediğini öğrenmek için izlemeniz lazım, zaten söylesek de inanmazsınız ! Bir yaprağın damarları gibi çatallanıp budaklanan yapım, günümüz sinemasının en yaratıcı yönetmenlerinden biriyle, en çılgın senaristini biraraya getiriyor.

1950'li yıllarda geçen Fransız Postası, Paris'te bir Amerikan gazete bürosunda çalışan gazetecilere odaklanıyor. The New Yorker dergisinde yayımlanmış gerçek makalelerden esinlenen, hayali bir gazetenin Fransa bürosunun son sayısının hazırlık aşamasında yaşanılanların konu edildiği yapımda, yapımda iç içe geçen üç hikaye anlatılıyor.

A family of sadistic butchers lives deep inside the backcountry. From the dead of winter to the dog days of summer, anyone who crosses their path is dead meat.

Brett Ridgeman, adaleti sağlamak için her şeyi göze alan bir polis memurudur. Ortağı Anthony Lurasetti ile birlikte suçluların peşine düşen Brett, onları yakalamak için şiddete başvurmaktan da geri kalmaz. Ancak bir gün işler onların pek de istediği gibi gitmez. Bir zanlıya şiddet uygulayan Brett ve Anthony’nin görüntüleri medyaya yansıyınca, ikilinin kariyeri tehlikeye girer. Görüntülerden sonra açığa alınan iki polis, kendilerini birden büyük bir boşluğun içinde bulur. İşşiz ve parasız kalan ikili, bunca yıl emek verdikleri işlerinden tazminatlarını almanın yolunu arar. Bu süreçte kendilerini ummadıklarını durumların içinde bulan Brett ve Anthony, hak ettikleri tazminatlarını almak için suçlarla dolu yeraltı dünyasına adım atar. İki bu kirli dünyada beklediklerinden daha fazlası ile karşı karşıya kalır.

Uzun zaman önce Kumandra'nın fantastik dünyasında insanlar ve ejderhalar bir arada uyum içinde yaşadılar. Ancak, Druun olarak bilinen uğursuz canavarlar toprağı tehdit ettiğinde, ejderhalar insanlığı kurtarmak için kendilerini feda ettiler. 500 yıl sonra, aynı canavarlar geri döndü. Artık hem son ejderhayı bulmak hem de Druun'ları sonsuza dek durdurmak yalnız bir savaşçıya, Raya’ya kalmıştır.

Finlandiyalı arkeoloji öğrencisi Laura aşk yaşadığı tez danışmanı Irına’yla planladığı ama İrina son anda gelmekten vazgeçtiği için tek başına çıktığı yolculukta, dondurucu soğuğun hâkim olduğu kuzeye, Murmansk’a tarih öncesi taş resimleri görmeye gider. Düştüğü altı numaraları kompartımanı kazınmış saçları, içip durduğu votkası, kaba saba haliyle, kadın düşmanı sözler söylemekten geri durmayan Vadim’le paylaşmak zorundadır. Vadim Murmansk’ta madende çalışmaya gitmektedir. Ayrı dünyaların insanları olsalar da yolculuk onları bir tür ahbaplığa mecbur eder.

1930'larda geçen hikayede kendisini Kont olarak tanıtan bir dolandırıcı, gizemli ve saf görünen Japon varis Leydi Hideko'nun zenginliğini ele geçirmek için onu kendisine aşık etmeyi planlar. Sook-hee'yi ise ona yardım etmesi için Leydi'ye hizmetçi olarak kiralar. Ancak bu hizmetçinin her şeyden habersiz hanımefendisine delicesine aşık olması işleri karıştıracaktır.

The Night House, kısa bir süre önce vefat eden kocası ile ilgli karanlık sırları ortaya çıkarmaya başlayan dul bir kadının hikayesini konu ediyor.

Altın Eldiven, 70’li yıllarda Hamburg’da dehşet saçan seri katil Fritz Honkanın hayatını konu ediyor. Honka, dışarıdan sakin ve sıradan biri olarak görülen bir adamdır. Ancak o, göründüğünün aksine bambaşka bir kişiliğe sahiptir. Kaybedenlerin ve dışlanmışların müdavim olduğu Altın Eldiven adındaki bir barda takılan Honka, kurbanlarını burada seçer. Kurbanlarını, çatı katında bulunan evine götüren ve onları buradan öldüren Honka, cesetleri evin kilerinde saklamaya başlar. Honka, düzenli bir işe girmesiyle birlikte kendisini bir süreliğine de olsa bu kirli dünyadan uzak tutar. Ancak onun alışkanlıklarından vazgeçmesi pek de mümkün değildir. Altın Eldiven’den uzak durmayı başaramayan Honka, uzunca bir süre polisten kaçmayı başarsa da ardı ardına işlediği cinayetler ardın onu polislerden saklanamayacak bir hale getirir.

Zeki bir genç olan Mark, bir zaman döngüsüne sıkışıp kalır. Aynı günü tekrar tekrar yaşayan Mark, bu sırada kendisi ile aynı zaman döngüsünde hapsolmuş olan gizemli genç Margaret ile tanışır. Birlikte harekete etmeye karar veren Mark ve Margaret, bir günü mükemmel kılan şeyleri bulmaya karar verir. Hiç bitmeyen günlerinden nasıl kurtulacaklarını bulmaya çalışırken Mark ve Margaret arasında farklı bir bağ oluşur.

The World to Come, izleyiciyi 1850 yılının New York’undaki bir taşra bölgesine davet ediyor ve izole bir yaşam süren toplulukta yaşayan iki kadının mücadelesini anlatıyor. Bu iki kadın, yaşamlarında var olduğunu bilmedikleri bir boşluğu doldurarak bir ilişkinin ilk adımlarını atar ve birbirlerine besledikleri tutku sonucunda hayatlarına yeni bir yön verirler.

UFO, genç bir adamın dünya dışı varlıkları kanıtlamak için verdiği mücadele konu ediliyor. Derek Echevaro, geleceği parlak olan bir üniversite öğrencisidir. Çocukken dünya dışı bir varlıkla ilgili deneyim yaşayan Derek bu konudan oldukça etkilenir. UFO ile ilgili araştırmalar yapan genç adam için artık bu konu bir takıntı halini alır. Bir süredir ABD’deki havalimanlarının genelinde gizemli nesnelerin görülmesi ile ilgili bilgiler ortaya çıkmaya başlar. Konu ile yakından ilgilenen Derek gelen görüntülerdeki gizemli cisimlerin dünya dışından olduğuna kanaat getirir. Teorisini anlattığı hiç kimse kendisine inanmasa da o bu düşüncesini kanıtlamaya kararlıdır. Kız arkadaşı Natalie ve matematik profesörü Dr. Hendricks’in yardımıyla Derek, FBI’da çalışan deneyimli özel ajan Franklin Ahls ile birlikte gizemi çözmek için çabalar.