A young man with magical powers journeys to his uncle to request help in fighting his sorcerer father.

When her father dies, Epifania Parerga, an Italian in London, becomes the world's richest woman. She feels incomplete without a husband and falls in love with a humble, Indian physician, Ahmed el Kabir, much loved by his indigent English patients.

Albert Steptoe and his son Harold are rag-and-bone men, complete with horse and cart to tour the neighbourhood. They also live together at the junk yard. Harold, who likes the bright lights in the West End of London, meets a stripper, marries her and takes her home. Albert is furious and tries every trick he knows to drive the new bride from his household.

Debt-ridden painter Michel is overcome with joy at discovering that he has just won 1 million florins in the Dutch lottery, but almost immediately, he discovers that his softhearted girlfriend, Béatrice, has given away his jacket containing the winning ticket to an elderly petty thief. Soon Michel, Beatrice and Michel's artistic rival, Prosper, are hurtling through the streets of Paris on the trail of the missing jacket.

A wealthy society doctor decides to research the medical aspects of criminal behaviour by becoming one himself. He joins a gang of thieves and proceeds to wrest leadership of the gang away from it's extremely resentful leader.

Jane Osgood runs a lobster business, which supports her two young children. Railroad staff inattention ruins her shipment, so with her lawyer George, Jane sues Harry Foster Malone, director of the line and the "meanest man in the world".

Experienced New York Police Detective John Harris is sent to London to help a local task force investigate a series of gangster killings organized by a new player in town, an American. With the help of a young teen wronged by gangsters, Harris navigates London's seedy, drug-fuelled underworld in order to take down its new criminal empire.

1950’lerin sonunda İngiltere’de ortaya çıkan “Özgür Sinema/Free Cinema” akımının en başarılı örneklerinden biri sayılan “Saturday Night and Sunday Morning” Arthur Seaton (Albert Finney)’ın özelinde, fabrika dumanlarıyla kararmış Nottingham kentindeki işçi ailelerinin yaşamına tanıklık etmemizi sağlıyor. Arthur bir montaj fabrikasında çalışan, ailesiyle yaşayan, uçarı, sorumsuz, yaşadığı hayata öfkeli bir genç. Gelecek daha güzel günlerin hayalini kurarken bir yandan da hafta sonları publarda körkütük sarhoş oluyor, arkadaşının karısıyla yatıyor, komşu kadına havalı tüfekle ateş ediyor, aşık oluyor…

Anglikan rahibeleri, Himalayalarda dini bir cemiyet kurmaya kalkarlar, ancak şüpheci yerliler ve tabiatın yanında kendi şeytanlarıyla da savaşmak zorunda kalacaklardır.

Young Jim Hawkins, while running the Benbow Inn with his mother, meets Captain Billy Bones, who dies at the inn while it is beseiged by buccaneers led by Blind Pew. Jim and his mother fight off the attackers and discover Billy Bones' treasure map for which the buccaneers had come. Jim agrees to sail on the S.S. Espaniola with Squire Trelawney and Dr. Livesey to find the treasure on a mysterious isiand. Upon arriving at the island, ship's cook and scaliwag Long John Silver leads a mutiny of crew members who want the treasure for themselves. Jim helps the Squire and Espaniola officers to survive the mutiny and fight back against Silver's men, who have taken over the Espaniola.

Shakespeare’in belki de en unutulmaz eserinin yine en unutulmaz sinema uyarlaması Orson Welles'e ait. 1948 yapımı film döneminin sinemasal anlatım ve mekan seçimleri açısından da öncü yapımlarından biri. Macbeth'in vicdan azabıyla dolu ömrü, karısının ve bir grup cadının kışkırtmasıyla inşa olacak ve yıkılacaktır. İktidar hırsının insan ruhunun en karanlık yönlerini nasıl ortaya çıkardığını Shakespeare'den daha iyi kim anlatabilir?

Altın Hırsızları, Sir Michael Balconın yapımcısı olduğu ve patavatsız, ironik, taklit edilemez İngiliz tarzı mizah anlayışları sayesinde dünya çapında beğeni toplayan ünlü Ealing Komedileri arasında, yine bir soygun hikayesi olan 1955 yapımı The Ladykillersla (Kadın Katilleri) beraber, en çok güldüren filmdir. Eşsiz oyuncu Alec Guinness, yıllar boyu verdiği sadık hizmetlerinin ödülü olarak, standartları yüksek bir emeklilik hayatının masraflarını karşılayabilmek isteyen gözlüklü, silik banka memurunu canlandırıyor. Eski polis T.E.B. "Tibby" Clarkeın Oscar ödüllü senaryosunda kahramanımız, hatıra eşya yapan Stanley Holloway ve beceriksiz hırsızlar Sid James ve Alfie Bassla birlikte cüretkar bir külçe altın soygunu planlar.

Olaylar 1924 yılında, İngiliz sömürgesi olan Hindistan'da geçiyor. Judy Davis'in canlandırdığı Adela Quested, genç ve dikbaşlı bir İngiliz kadın, yanında nişanlısının annesi Mrs. Moore (Peggy Ashcroft) olduğu halde Hindistan'a gelir. Burada tanışıp dost edindiği Dr. Aziz (Victor Banerjee) bir süre sonra Adela'yı mistik Marabar mağaralarına yapacağı ziyarette kendisine katılması için davet eder. Girdikleri bir mağaradan yara izleriyle çıkan Adela, Aziz'in kendisine saldırdığını iddia eder.

A young girl living in the French countryside suffers constant indignities at the hand of alcoholism and her fellow man.

Bir zamanlar Hollywood'un ünlü ve aranılan bir yönetmeni olan Mel Funn (Mel Brooks) alkol sorunu yüzünden uzunca bir süredir mesleğinden uzak kalmıştır. Artık içkiyi bırakmış olan bu eski komedi filmleri yönetmeni, iki sadık yardımcısı, Marty Eggs (Marty Feldman) ve Dom Bell (Dom DeLuise)'le birlikte eski güzel günlere muhteşem bir dönüş plânlamaktadır: Sessiz bir film yapacaktır. Zarar etmekte olan bir film yapımcısına (Sid Caesar) bu teklifini götürür (tabii bütün bunlar ara yazıyla verilir, çünkü izlemekte olduğumuz konusu 1970'li yıllarda geçen bu renkli film sessiz ilerlemektedir, ancak yine de yer yer bazı ses efektleri ve müzik işitilir). Yapımcı önce saçma bulduğu bu öneriye güler geçer, çünkü yıl 1976'dır ve sessiz filmlerin devri çoktan kapanmıştır. Ancak çaresizdir, çünkü "Engulf ve Devour" adlı bir film şirketini satın almak üzeredir.Yapımcı filmde ünlü Hollywood oyuncularının da yer almaları koşuluyla projeye yeşil ışık yakar

Gerçek olaylara dayanan bu biyografik epik filmde, 1929 yılında İtalya’da iktidarda olan Faşist diktatör Benito Mussolini’nin Büyük Roma İmparatorluğu’nu yeniden kurma planlarının bir parçası olarak Libya’yı sömürgeleştirmek üzere bu Kuzey Afrika ülkesine gönderdiği güçlü ordularının, Ömer Muhtar liderliğindeki Libya halkının inatçı direnişi karşısında hiç ummadıkları ağır kayıplara uğramaları anlatılmaktadır.

Two friends, one a musician the other constantly depressed wander around Greece and France till they get to Paris without a penny to their name. Here they spend nights in the underground, and squat in houses with the African immigrants. One day they both fall in love with Mathilde a blond dancer and follow her to New York.

A young teacher on her way to a position in Transylvania helps a young man escape the shackles his mother has put on him. In so doing she innocently unleashes the horrors of the undead once again on the populace, including those at her school for ladies. Luckily for some, Dr. Van Helsing is already on his way.

Issız black rock kasabasından geçen buharlı tren uzun yıllardır hiç duraksamamıştır bu kasabada, yıllar sonra trenin durup bir yabancıyı bırakması yerel halkta huzursuzluğa ve paranoyaya sebep olur, zira bu ıssız kasaba yıllar geçtikçe kendi adalaetini kendi sağlar hale gelmiştir, eski sırların perdesi aralanacaktır oysa... Özellikle “The Great Escape” ile birçok sinemaseverin gönlünde taht kuran John Sturges’in Oscar adaylığı aldığı tek filmdir “Bad Day At Black Rock”.

A hapless talent manager named Danny Rose, by helping a client, gets dragged into a love triangle involving the mob. His story is told in flashback, an anecdote shared amongst a group of comedians over lunch at New York's Carnegie Deli. Rose's one-man talent agency represents countless incompetent entertainers, including a one-legged tap dancer, and one slightly talented one: washed-up lounge singer Lou Canova, whose career is on the rebound.