20. yy'ın başları... Gustave H, Büyük Budapeşte Oteli’nin işleyişini büyük bir profesyonellikle idare eden, müşterilerini dahi en ince ayrıntılarına kadar tanıyan bir konsiyerj görevlisidir. Bir gün otele bellboy ve komi görevlisi olarak Zero Mustafa adında genç bir adam gelir ve kısa zamanda aralarında yakın bir arkadaşlık başlar. İkili birbirlerinin sırdaşı olurken yaşadıkları şehir de büyük bir savaşa doğru sürüklenmektedir. Bu esnada Gustave’ın yaşlı sevgilisi Madame D. esrarengiz bir şekilde hayata veda eder, ikili Madame D.’ye veda etmek için yola çıkar. Bir asilzade olan Madame D.’nin şatosuna vardıklarında miras bölüşümünün yapıldığı toplantıya denk gelirler. Madame D., Gustave’a miras olarak paha biçilmez bir Rönesans tablosu bırakmıştır ve bunun açıklanmasıyla aile içerisinde büyük bir karmaşa çıkar. Bu andan itibaren belalarla dolu bir maceraya atılan Gustave ve Zero, gerçeklerin peşinde koşarken dışarıda da bir çağ değişmektedir…

Liesel Meminger’in, İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanya’da henüz dokuz yaşındayken bir ailenin manevi kızı olur. Çok sevdiği ailesi ve evlerinde kalan sığınmacı Max sayesinde okumayı öğrenen ve çok seven Liesel kitaplarla derin bir bağ kurar. Max ve cesur Liesel için çevrelerinde dünyada yaşanan tüm kötülüklerden uzaklaşmanın tek yolu, kitapların ve kelimelerin ikisine sunduğu hayal dünyasıdır. Fakat bodrum katında saklanan Yahudi Max, sürekli diken üstündedir…

Film, Brooklyn’de bir sigorta avukatının kendisini bir anda Soğuk Savaşın ve Sovyetler tarafından ele geçirilen Amerikalı U-2 pilotunun değişimi için olacak pazarlığın ortasında bulmasını konu alıyor.

Hans Fallanda'nın Otto and Elise Hampel romanından uyarlanan film; Nazi yönetimi altında ki Berlin günlerinde insanca yaşamanın cesaret ve onurunu etkileyici biçimde anlatıyor.

Bütün hayali bir otelde çalışmak olan Sali'nin hayalleri, görme yetisini kaybetmesiyle suya düşer. Ama hayallerinden vazgeçmez ve bu uğurda elinden gelen her şeyi yapmaya karar vererek görme özürlü olduğunu gizleyerek dünyanın en ünlü otellerinden biri olan Bayersicher Hof'a staj yapmak için başvurur * Çok keyifli bir alman filmi. Alman filmlerinde kötü oyunculuk olmuyor. Bu film de öyle. Çok güzel ve içten oyunculuklarla hoş bir hikaye, kendini hiç sıktırmadan izletiyor. Bütün film boyunca yüzünüzde bir tebessümler izliyorsunuz.

Çöküş ve Parfüm'ün hem yapımcılığını hem de yardımcı senaristliğini üstlenen Bernd Eichinger'a göre "sert, hızlı hatta nefes nefese koşturan bir sinema yapıtı" olan bu film, hem şimdiye kadar çekilmiş en pahalı Alman filmi hem de Almanya'nın 2009 Oscar'daki temsilcisi. Film, Almanya'nın en önde gelen ve en tanınmış kökten solcu terörist grubu Kızıl Ordu Fraksiyonu'nun 1967'de başlayıp 1977'de çetenin ele başlarının hapiste ölü bulunmalarıyla son bulan hikayesini anlatıyor. Ancak, daha önce çekilen benzeri filmlerin aksine "terörist şık" kavramını romantikleştirmeden. Alman terörist grubu RAF'ı (Kızıl Ordu Fraksiyonu) inceleyen Der Baader-Meinhof Komplex, 60'ların sonu ve 70'lerin başlarında hüküm süren, bombalama, adam kaçırma ve hırsızlık gibi birçok olayın içine karışan Alman terörist grubuna sert bir bakış atıyor.

Küçük ölçekli bir şirketin çalışkan patronu ve iki iş arkadaşı, Avrupa'ya kendileri için çok önemli bir anlaşmayı sonlandırmak için hareket ederler. Her şey son derece sıradan başlasa da kısa bir süre sonra hiç hayal edemedikleri maceralara atılmak zorunda kalırlar.

Yaz sonu, Baltık Denizi'nde uykulu bir balıkçı limanı ve olmaması gereken harika bir duygunun başlangıcı: Yeni okul yılının başlamasından kısa bir süre önce, 18 yaşındaki Christian yeni İngilizce öğretmenine aşık oluyor. Stella Petersen. Stella ve Christian, küçük kasabadan uzaktaki kumul ve deniz manzarasında beklenmedik bir hafiflik ve özgürlük anında, yoğunluğu her ikisinin de bunalttığı ortak bir özlem ve çekicilik keşfederler. Ancak dersler yeniden başladıktan kısa bir süre sonra, genç öğretmen ile öğrencisi arasındaki gizli ilişki bir skandala dönüşme tehdidinde bulunur: Christian'ın ebeveynleri, sınıf arkadaşları ve öğretim personeli şüphe, endişe ve öfke ifade eder. Stella, Christian'ı defalarca atlatırken, şimdiden birlikte bir gelecek için planlar yapıyor. Stella bir yelken kazasında kaza geçirdiğinde, Christian için bir dünya çöktü.

Nelly tam bir kitap kurdudur. Kitaplarından arta kalan zamanında hayallerinin erkeğini yani Lüksemburg Prensi’ni düşler durur. Okulunun basket takımının yarışma için Lüksemburg’a gideceğini öğrendiğinde Prens ile tanışmak için bunun iyi bir fırsat olduğunu düşünür. Ne yapıp edip takıma girmelidir ama bunun için basketbolu öğrenmelidir. Max Minsky ona bir teklif sunar: Nelly onun ev ödevlerini yapacak, o da genç kıza bu sporu öğretecektir.

Film, Doğu Almanya'dan kaçarak Batı Almanya'da kendine bir hayat kurmaya çalışan fakat Nazi rejimi altında geçmiş çocukluğunun izlerinden kurtulamayan Alman sanatçı Kurt Barnert'in hikâyesini anlatıyor. 1930’ların Nazi Almanya’sında başlayan ve 30 yıllık bir döneme yayılan bu hikaye, insanları karanlıktan sanatın gücünün çıkarabileceğini gözler önüne seriyor. Gerçek olaylardan esinlenen filmde, Kurt ve Ellie üniversitede tanışır tanışmaz birbirlerine aşık olurlar. Ellie’nin babası, Profesör Seeband kızının erkek arkadaş seçiminden memnun değildir ve bu illişkinin bitmesi için elinden geleni yapmaya hazırdır. Fakat bilmedikleri şey, Kurt ile Seeband’ın yaşamlarının zaten yıllar önce Profesör’ün işlediği korkunç bir suç nedeniyle bağlantılı olduğudur. Kurt, ne kadar sanatına odaklanmak istese de, Nazi rejimi altında geçen çocukluğunun ve komünizmin gölgesinde kalan gençliğinin yarattığı travmalardan kurtulmak kolay olmayacaktır.

Nazi toplama kampındaki Katalan bir mahkûm, yaşanan vahşeti belgeleyen fotoğrafların negatiflerini çalmak için ofisteki işinden yararlanır. Gerçek olaylardan uyarlandı.

Teröristler okyanus ötesine gece uçuşu yapan bir uçağı kaçırdığında gizemli bir hastalığı olan bir kadın, oğlunu korumak için korkunç sırrını açıklamak zorunda kalır.