Hayatı hafife alan uçarı iki arkadaşın, aynı kadına aşık olduktan sonra yaşadıkları acı tatlı olaylar, 1960'lı yıllardan günümüze dek uzanan bir öyküde aktarılıyor.

Bülent, zengin bir ailenin beceriksiz oğludur. Bir de bu beceriksizlik yüzüne vurulmasın diye dünyanın parası harcanmaktadır. Babası, bu gidişata dur demek için Bülent'e bir ay müddet verir: Ya adam olacaktır ya da mirastan men edilecektir! Bülent, çıktığı bu yolculukta binbir türlü maceradan sonra, kaçak gelin Esma ile aşkı bulurken namus davası için Esma'nın abisi Davut ise, onların peşindedir.

Et kokarsa tuzlarsın.. Ya tuz kokarsa? ’Şirin’ bir sahil kasabası...Su altından çıkarılan şişmiş iki erkek cesedi...Yolda kanlar içinde yatan iki çocuk...Gizlice fotoğraflanan cinayetler...Kaybolan kanlı, yarım bir çocuk parmağı..Tecavüz edilen onlarca kadın..Herkesi dinleyen, kaydeden ve "derin yetkililere" ulaştıran bir telekulak...Ve asla ortaya çıkmaması gereken sırlar..Et koktu... Tuz da...

17. yüzyıl İstanbul'unda, IV Murat döneminde geçen ve Osmanlı İmparatorluğu'nun güçlü günlerinden kesitler sunan filmde, Hezarfen Ahmet Çelebi, Lagari Çelebi, Bekri Mustafa ve Evliya Çelebi insanların uçmasını sağlamaya yönelik araştırmalar yapan dört yakın arkadaştır. Osmanlı İmparatorluğu'yla İtalyanlar arasındaki bir deniz muharebesinde, Akdeniz'de ele geçirilen bir gemi İstanbul'a getirilir. Öldürülen kaptanın yaralı olarak tutsak edilen genç ve güzel kızı francesca da, Hezarfen Ahmet Çelebi'nin kölesi olur; Francesca, Roma'dayken Leonardo Da Vinci'nin yapıtlarını deşifre etmeye uğraşmıştır ve kendisini tedavi eden Hezarfen'e, uçmanın sırrını çözmek için yardım eder. Bu arada birbirlerine aşık olurlar...

Oğlu ve geliniyle birlikte yaşayan emekli bir albayın geçmişe dönüşünün öyküsü. 1940'lı yıllarda Doğu Beyazıt'ın köylerinden birinde üsteğmen olarak görev yapan Mehmet Şahin, Ağrı dağı eteklerinde ailece gezinti yaptıkları sırada trajik bir olayla karşılaşır. Aynı köyde öğretmenlik yapan eşi Muhsine sisli ve karlı havada kaybolur. Tüm aramalar karşılık Muhsine bulunamaz. Yıllardır karısının acısıyla yaşayan emekli albay, doğum yapmak üzere olan gelini ve bir gazetede yöneticilik yapan oğluyla Doğu Beyazıt'a gitmeye karar verir. Gidecekleri yer oğlunun doğduğu ve karısının kaybolduğu Sürbahan köyüdür. Muhsine'nin ölümünden buyana Doğu Beyazıt'a hiç gitmemiş olan gönlü yaralı albay, oğluyla gelinin yolculuğuna acılı günleri anımsayarak katılır.

1930'lu yıllarda çok partili siyasal yaşama geçiş dönemi üzerine kurulu bir öykü.